
Zafer sarhoşluğunda ilerleyen Romalı general, kalabalığın coşkulu tezahüratları arasında, altın işlemeli zırhı ve zafer tacıyla Roma sokaklarında geçit töreni yapıyordu. Halk onu bir kahraman gibi selamlıyor, adeta bir tanrı gibi görüyordu. Ancak, zaferin doruk noktasında bile, onun arkasında duran kölenin fısıltısı hiç susmuyordu:
“Memento Mori.”
“Öleceğini hatırla.”
Bu eski Roma geleneği, insana ölümün kaçınılmazlığını, kibirin ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyordu.
Sanat tarihinde Memento Mori, özellikle Orta Çağ ve Rönesans dönemlerinde kendine sıkça yer bulmuştur. Vanitas tablolarında kuru kafalar, kum saati, solmuş çiçekler, eriyen mumlar ve kırık aynalarla simgelenen bu kavram, sanatçılar tarafından insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini ve yaşamın geçiciliğini vurgulamak için kullanılmıştır.
Ancak Memento Mori, sadece bir ölüm hatırlatıcısı değildir. Psikolojik açıdan ele alındığında, insanın varoluşunu anlamlandırabilmesi için ölümle yüzleşmesinin gerekliliğini de gösterir. Varoluşçu psikoloji, ölümün insan için kaçınılmaz bir gerçek olduğunu kabul eder ama onu bir korku kaynağı olarak değil, yaşamı daha bilinçli ve anlamlı hale getiren bir unsur olarak görür.
Sigmund Freud, insanın bilinç dışının ölümü tam anlamıyla kavrayamadığını, bu yüzden ölüm korkusunun doğrudan hissedilmek yerine bilinç dışına itildiğini savunmuştur. Ölüm korkusunun bastırılması, farklı savunma mekanizmaları ile bireyin psikolojik yapısına yansıyabilir. Freud’a göre, insan zihni ölümün varlığını reddederek, bilinç dışı bir şekilde ölümsüzlük yanılsaması yaratır.
Irvin Yalom ise ölüm kaygısının insan ruhunda her zaman var olduğunu, ancak çoğu insanın bunu bilinç dışına ittiğini söyler. Yalom’a göre, insan ölümü düşününce büyük bir kaygı hissedebilir ama bu kaygı, kişinin yaşamını nasıl yaşaması gerektiğine dair önemli ipuçları verebilir. Ölümü hatırlamak, hayatı daha derin yaşamak için bir uyarıcı olabilir.
Ernest Becker ise “Ölümün İnkarı” adlı eserinde, ölüm korkusunun bireyin psikolojik motivasyonlarının temelinde yattığını savunur. Becker’a göre, insanlar ölümü bilinç dışına iter ve sembolik ölümsüzlük arayışına girer. Kültürel miras bırakma, sanat ve başarı arayışı gibi unsurlar, ölüm korkusunu bastırmak için kullanılan psikolojik savunma mekanizmaları olabilir.
Viktor Frankl ise bu durumu anlam arayışı ile açıklar. Nazi toplama kamplarında yaşadığı deneyimler üzerine geliştirdiği “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabında, insanın en büyük ihtiyacının hayatına bir anlam yüklemek olduğunu belirtir. Frankl, insanların ölümün kaçınılmaz olduğunu kabul ettiklerinde, nasıl yaşamak istediklerine dair daha bilinçli kararlar alabildiklerini söyler. Ona göre, ölüm korkusu insanı tüketmek zorunda değildir; aksine, doğru bir perspektiften bakıldığında, insanın yaşarken bir iz bırakma isteğini güçlendirebilir.
Bir gün öleceğini bilmek, bazıları için korkutucu olabilir ama aynı zamanda insanı daha gerçek bir yaşam sürmeye teşvik edebilir. Günümüz dünyasında birçok insan, ölümle yüzleşmemek için günlük koşturmacalara sığınır, hayatı erteler, sorumluluklarını göz ardı eder. Oysa Yalom’un da belirttiği gibi, ölümle yüzleşmek, kişinin gerçekten yaşaması için bir kapı açabilir.
Memento Mori, bir son değil, bir başlangıç olabilir. Ölüm gerçeğiyle yüzleşmek, insanın kendine şu soruları sormasını sağlayabilir:
Bugün yaşadıklarım, benim için gerçekten anlamlı mı?
Başkalarının beklentilerine göre mi yaşıyorum, yoksa kendi seçimlerimi mi yapıyorum?
Ve kendine sorabilirsin:
Eğer bugün son günün olsaydı, bugünü nasıl yaşamak isterdin?