
Toplumda bayram, çoğunlukla tatlı telaşlar, planlar, kalabalık sofralar ve mutlu geçirilen zaman anlamına gelir. Ama herkes için mi böyle? Hayır… Bazı insanlar için sadece “bugün de geçse” demek. Çünkü bazen bayramlar, geçmişin sessizce kapıyı çaldığı anlardır. Bir sandalye boş kalır sofrada ya da telefon hiç çalmaz. Bazen de fazla öfkelenmek ya da hüzünlü hissetmek bayramdan birkaç gün önceden başlayabilir. Bu durumun ismi psikolojide “tetikleyici” kavramıyla açıklanır. Tetikleyici, geçmişte duygusal iz bırakmış bir deneyimi hatırlatan herhangi bir uyarıcıdır. Olayın kendisi olmak zorunda değildir. Bazen bir koku, bir ses, bir gelenek, bir bakış yani oldukça sıradan görünen şeyler yıllar öncesine ait bir duyguyu harekete geçirebilir. Bu, yalnızca büyük travmaları değil, duygusal olarak etkileyici anıları da kapsar. Ve evet, bayramlar da tam olarak böyle tetikleyicilerle dolu olabilir.
Çocukken bayram sabahı yaşanan bir gerginlik, bastırılmış bir yalnızlık hissi ya da gözyaşlarını içine akıtmak zorunda kalan bir çocuk, yıllar sonra bu duyguları yeniden hatırlayabilir. Ya da çok daha yakın bir kaybın, yasın, boşluğun acısı bayram sabahı daha da derinleşebilir. Çünkü çoğunluğun sevinçli olduğu anlarda üzgün hissetmek, insanı daha da yalnız hissettirebilir.
Bayramlar “ne hissetmemiz gerektiğini” değil, “gerçekte ne hissettiğimizi” fark etmek için bir fırsat olabilir. Kendimize ve başkalarına daha şefkatli bakmak, “Herkes iyi olmalı” yerine, “Sen nasılsın gerçekten?” diye sormak daha sağlıklı bir iletişim sağlayabilir.
Bayramlaşmaya kendinle başlayabilirsin. Bir kahveyle kendine “iyi ki varsın” demek, telefon beklemek yerine belki de bir mesaj atmak ya da yalnız hissettiğinde dışarı çıkmak bu duruma seçenekler olabilir. Bunların hepsi bir tür kutlamadır; bayramla, kendinle, hayatla ve iyileşmeyle ilgili.