– “Glokom’da başlangıçta uzun süre herhangi bir belirti olmuyor. Görme alanı çok daraldığında veya görme kaybı geliştiğinde, bir başka ifadeyle ancak ileri evrelerde hasta tarafından farkına varılabiliyor”
Yeditepe Üniversitesi’nden yapılan açıklamaya göre, dünyada 70 milyon kişiyi etkilediği düşünülen glokom, hastaların bile farkında olmadığı bir sorun.
Açıklamada değerlendirmelerine yer verilen Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ilgaz Yalvaç, hastalığın halk arasında göz tansiyonu olarak bilinse de glokomun sadece göz tansiyonu ile görülen bir hastalık olmadığını belirtti. Hastalığın ilk evrelerinde tanısı konulduğunda ilaçla tedavi edilebileceğini kaydeden Yalvaç, ancak bunun için de düzenli muayenesinin şart olduğunu bildirdi.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2020 yılında açık açılı glokomun 5,9 milyon kişide, kapalı açılı glokomun ise 5,3 milyon kişide körlüğe neden olacağının hesaplandığını belirten Yalvaç, glokomun milyonlarca insanın hayatını etkilediğini belirtti.
Yalvaç, bu hastalık için en önemli sorunların başında hastaların hastalıklarının farkında olmamasının geldiğine işaret ederek, şunları kaydetti:
“70 milyon glokom hastasının yarısı hastalığının farkında değil. Tedavi edilmeyen hastalar için de körlük riski ortaya çıkıyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan çalışmalara göre, 2022 yılında açık açılı glokomun 5,9 milyon kişide, kapalı açılı glokomun ise 5,3 milyon kişide körlüğe neden olacağı öngörülüyor. Üstelik yaşlı nüfusun artmasıyla birlikte glokoma bağlı körlük de artacaktır. Hala glokoma bağlı körlük yaşlı nüfusun körlük nedenleri arasında ikinci sırada yer alıyor.”
Hastalığın en önemli risk faktörü ise göz tansiyonu olduğunu ancak bazı olgularda göz tansiyonu yükselmeksizin de benzer bir şekilde görme siniri hasarı gelişebildiğine dikkati çeken Yalvaç, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Belirtiler tipe göre değişebiliyor. Ancak en sık görülen, kronik tip veya açık açılı tip olarak bilinen glokomda başlangıçta uzun süre herhangi bir belirti olmuyor. Görme alanı çok daraldığında veya görme kaybı geliştiğinde, bir başka ifadeyle ancak ileri evrelerde hasta tarafından farkına varılabiliyor. Buna karşın kriz tipi veya dar açılı olarak isimlendirilen tipinde, ani görme kaybı, şiddetli ağrı, kanlanma gibi bulgular ortaya çıkabiliyor. Bu tipte büyük krizden önce bazen küçük krizcikler oluşabiliyor. Bunlar da kendini zaman zaman görmede puslanma, ışıklar etrafında renkli hareler görme, göz çevresinde ağrı ile kendini belli ediyor.”
– “Genetik faktörler glokom risk oranını artırıyor”
Prof. Dr. Yalvaç, glokom hastalığında önemli risk grubunun, anne, baba, kardeş gibi birinci dereceden akrabasında glokom olanlar olduğuna vurgu yaparak, normal şartlarda 40 yaş ve üstünün yaklaşık yüzde 2’sinin glokoma yakalanma riski taşıdığını, birinci dereceden akrabalarında glokom olanlarda ise bu riskin yaklaşık 7 kat artabildiğine dikkat çekti.
Glokom tedavisinde göz içi basıncını düşürmek için damlalar, lazer tedavisi ve cerrahi yöntemlerin kullanıldığını belirten Yalvaç, “Çoğunlukla başlangıç tedavisi olarak damlalar kullanılıyor, çok sık olmamakla beraber lazer trabeküloplasti uygulanıyor. Son çare olarak cerrahi yönteme başvuruluyor.” dedi.
Yalvaç, glokomun, bebek ve çocuklarda nadiren görülebildiğini kaydederek, şunları kaydetti:
“Konjenital glokom türlerinde gözde sulanma, ışığa karşı hassasiyet ve gözde büyüme izlenir. Akraba evliliğinden doğan çocuklarda glokom görülme riskinin daha fazla. Daha anne karnında gelişen ve glokomla doğan pek çok bebek var. Bu hastalarda glokom oluşum mekanizması erişkinlerden farklı oluyor ve erişkinde yavaş ilerleyen hastalık bebeklerde çok hızlı bir gelişim gösterebiliyor. Bu nedenle birkaç günlük iken dahi ameliyat edilen bebekler olabiliyor. Bu bebeklerin dikkat çeken özelliği, gözlerinin ve özellikle kornealarının (gözün en önündeki saat camı gibi olan şeffaf doku) çok iri oluşudur. Bu bebeklerde cerrahi tedavi ilk seçenek oluyor”
Glokom tedavisinin ilaç, cerrahi ve lazer olmak üzere 3 ana başlıkta toplandığını belirten Ilgaz Yalvaç, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Bazı vakalarda ağızdan alınan haplar da önerilir. Ancak bu tür ilaçlar yan etkileri fazla olduğu için uzun süre kullanılamazlar. İlaç tedavisine rağmen hastanın, göz tansiyonu düşmüyor ve görme alanı daralıyorsa, yani görme siniri hasarı ilerliyorsa, uygulanacak tedavi yöntemi ameliyattır. Üçüncü tedavi seçeneği ise lazer yöntemidir. Lazer yöntemi birkaç şekilde uygulanır. Birincisi, çıkışı arttırmak üzere, delikçikleri açmak için, ikincisi gözün sıvı üretimini kısmak için dışardan uygulanan lazer yöntemi. Tüm bu tedavi yöntemlerinde amaç, görme alanını muhafaza etmektir. Çünkü kaybedilen sinir hücresini tekrar yenilemeniz mümkün değil.”