Elma kokusu sever misiniz?
Bu Elma başka elma….
Ya da şöyle soralım; Hiç elma yerken boğazınızda bir yanma hissettiniz mi?
Bundan 34 yıl önce, 16 mart 1988 sabahı, elma kokusuyla uyandı Halepçeliler.
Sevinçle mutfağa yöneldiler önce. Kokunun mutfaktan gelmediğini görünce camlarını açtılar.
Baktılar ki koku dışarıdan daha çok hissediliyor, hemen dışarı akın ettiler merak ve heyecanla.
Çıktıklarında gördüler ki herkes aynı merak ve heyecanla dışarı çıkmış. Hızlı hızlı yürümeye başladılar; kokunun kaynağını aramaya başladılar.
Gittikçe şiddetlendi elma kokusu.
Ama bir yandan da derilerinde bir yanma hissettiler sanki.
Aldırmadılar ve yürümeye devam ettiler. Bu sefer daha hızlı koşmaya başladı bir çoğu.
Ancak zamanla o yanma şiddetlendi. koşuyorlardı; ama yanıyorlardı da . Bu sefer de dönüp eve doğru koşmaya başladılar. Yanma iyice artıyordu.
Zamanla derilerinin morarmaya ve büzülmeye başladığını gördüler korkuyla.
Bir an önce suya ulaşmalıydılar. Kendilerini can havliyle suya attıklarında ise bedenleri kavruldu bu sefer, asit dolu bir havuza girmişler gibi.
Artık ölmüşlerdi, ölümün nereden geldiğini anlayamadan.
Yanarak ölmüşlerdi, üstelik ateşsiz ve dumansızdı bu yanma.
Çığlıklarla bağırışlarla çağırışlarla kül oluvermişlerdi aniden, ne olduğunu anlayamadan….
Kimyasal zehir öyle bir şeydir ki; vücudunuza temas ettiği anda yakar sizi, nefes almak için çırpınırsınız, alamazsınız.
Deriniz büzülüp çürür. Yavaş yavaş acı çeke çeke ölürsünüz. Öyle ki başınıza silah vurularak ölmeyi buna tercih edersiniz. Bu zehir elma kokuluydu. Güzel kokulu zehir, zekice planlanmış, elma kokulu bir katliamdı…
Hedeflerinde çocuklar vardı.
Ölüm elma kokusuyla geldi…
200 bin kişi Saddam Hüseyinin emriyle öldürüldü…
Irak, Halepçe kasabasını 1988 yılında imzalanan ateşkes anlaşmasından sonra İran’dan geri almıştır. O tarihte fotoğraflarıyla katliamı ilk defa dünyaya duyuran Ramazan Öztürk, Halepçe’ye gittiği ilk günü şöyle anlatmaktadır:
“Halepçe çukur bir yerde ve etrafı dağlık olsa da geniş bir alandadır.
Biz mezarlığın olduğu tepeye indik. Savaş devam ettiği için şehir içine inemedik. Akşama kadar vaktimiz vardı. İndiğimiz an itibarıyla o korkunç katliamın izlerini görmeye başladık.
Hayvanlar etkilenmiş, kimi ölmüş kimi kalkamıyor, bazıları inliyor… İndiğimiz yerden şehrin içine girene kadar boş kapsüllerle karşılaştık. Kapsüllerin düştüğü yerlerde koca koca çukurlar açılmış…
Kocaman bir şehirdi ve etrafta canlı olan hiçbir şey yoktu. Korkutucu bir sessizlik vardı.
Kuş sesi bile yoktu. Tuhaf bir sessizlikti…
Şehrin içine doğru yürümeye başladık. Sokaklara girdiğimizde sağda solda cesetleri görmeye başladık.
Cesetler morarmış, kararmış çürümeye başlamıştı ve şehirde yoğun bir koku vardı.
Şehri dolaştıkça katliamın boyutlarının büyüklüğünü gördük. Evlerin içlerinde, kapı diplerinde, sokak kenarlarında cesetlerle karşılaşıyorduk. Gördüğümüz bütün cesetler de çocuklara, genç kızlara, kadınlara, yaşlı insanlara aitti.
Feci bir şekilde katledilmişlerdi. Boğularak, gözleri ve ciğerleri yanarak, iç organları parçalanarak katledilmişlerdi…”
Iraklı Kürtlerin yaşadığı sorunlar, uluslararası kamuoyunda Halepçe Katliamıyla gün yüzüne çıkıp bu katliamla sembolleşmiş olsa da Saddam rejiminin baş destekçisi Batılı ülkelerin döktüğü timsah göz yaşları, sonraki dönemde büyük bir suistimalin daha habercisi olmuştur.
ABD, savaştan sonra Halepçe Katliamını en sert şekilde kınadığını belirterek, bu kez de Kürtlerin hamiliğine soyunmuş ve o tarihten itibaren yaptığı her hamle ne Kürtlere ne de bölge insanına mutluluk getirmiştir.
ABD ve diğer Batılı güçler, Saddam’ın kullandığı kimyasal silahların tedarikçisi olmaları hasebiyle savaşın ve yapılan katliamların sorumluları oldukları halde, 2003 yılında bu kez de tüm Irak halkının “kurtarıcısı” rolü ile Irak’ı işgal etme yüzsüzlüğünü göstermekten geri durmamışlardır.
Aynı ABD, İran’a karşı savaşta desteklediği Irak rejimini bu defa kendi elleriyle devirmiştir. Halepçe Katliamı’nın sorumlularına yönelik açılan davada Kimyasal Ali lakaplı Ali Hasan el-Mecid, 2003 yılında ABD’li güçler tarafından yakalanıp 2007 yılında yargılanarak idam cezasına çarptırılmış ve karar, 2010 yılında uygulanmıştır.
Saddam Hüseyin ise 10 Ekim 2005’te insanlığa karşı işlediği suçlardan yargılanmaya başlanmış ve başta Halepçe Katliamı’nı içeren Enfal Davası olmak üzere diğer davalardan da suçlu bulunarak 30 Aralık 2006’da idam edilmiştir.
Binlerce sivilin hayatını kaybettiği bu katliam, sadece Ortadoğu’daki rejimlerin kirli yüzünü deşifre eden rolüyle değil, Batılı ülkelerin bölgedeki insanlara biçtiği değeri göstermesiyle de ibretlik bir olaydır.
Yalnızca iki failinin idam edilmesiyle olayın üstü kapatılmış olsa da onların müttefiki durumundaki Batılı ülkelerin hâlen Irak’ta kurtarıcı rolüyle bulunuyor olmaları, tarihin bir cilvesi olsa gerek. Dün Kürtleri Saddam’a karşı savunma iddiasıyla bölgeye yerleşen Batılı güçlerin bugün aynı Kürtleri bu kez DAEŞ vb. gruplara karşı savundukları yönündeki söylemleri de ayrıca manidardır. Zira her dönem Kürt mağduriyetleri oluşturulmasına göz yuman küresel güçlerin, her seferinde yine onları kurtarma bahanesiyle bölgedeki varlıklarını pekiştirmesi bir rastlantı olmasa gerek….
Türk ! Asla, hiç bir tarih de soykırım yapmamıştır. Türk’e yapılan soykırımlar, sızımızdır acımızdır, kanayan yaramızdır.
Deniz KAFALI KAYA’ dan ve o tarihte fotoğraflarıyla katliamı ilk defa dünyaya duyuran Ramazan Öztürk den alıntıdır…