ABUK SEÇİMLERİMİZLE SUBUK DÜNYAYA GİDECEĞİZ
Yaşamımda umutsuzluk diye bir şey bilmem. Mutlaka sağlıklı düşünür, sağlıklı ilişkiler kurar ve sağlıklı bir yaşam altyapısı kurarsanız, bu herkes için de geçerlidir.
Bu, benim yaşamımda her şeyin yolunda gittiği, olduğu anlamına da gelmez.
Bu günlerde “namerte muhtaç olmamak” bile muhteşem bir durum ve duygudur.
İşin kötüsü, bu aralar herkes şunu paylaşıyor, “Allah’ım, binlerce yıllık Dünyada, yaşamak için bu günlere denk gelmek zorunda mıydık”!..
Ne diyelim, bazen ben de böyle düşünüyorum.
Sonra çevreye bakıyorum, “El üstünden sultan, develer de Kurban” olmuş o kadar muhterem yaratmışız ki, inanılmaz.
Yahu biz ne zaman düşüneceğiz ya da düşünmeye başlatacağız.
Kardeşim bu topraklara o zaman ya da bu zaman gelmişiz. (Ha, bu arada Bizimkiler Selçuklular, Beylikler/Teke Beyliği döneminden bu yana kah Torosların sehillerinde, kah tepelerinde yaşamışlar ve yaşıyorlar.) Tamam, burada yaşayanlar ile de hemhal olumuşuz, anlaştıklarımız ile birlikte yaşamayı sürdürmüş, anlaşılamayan durumlarda da birileri bir şekilde göç etmiş.
Büyük Britanya(İngiliz), İspanya İmparatorlukları denizleri, Afrika, Uzak Asya gibi diyarlarları parsellerken, bizim Osmanlı da Anadolu ve Trakya merkez olmak kaydı ile, Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’nın baya bir bölgesini “Kılıçının gölgesine” katmış.
Ne zamana kadar?
Osmanlı, Fatih Sultan Mehmet (II.Mehmet) ile en anlamlı yükselişini yaşamıştır.
Çocukluğundan itibaren yoğun bir İslamî ve döneminin çağdaş eğitimini almıştır. Kendisinden önceki altı padişah gibi o da askerî konularda derin bir bilgi ve tekniğe sahipti. Bu yüzden birçok tarihçi O’nu, “Rönesans hükümdarı” olarak tanımlanmaktadır.
Fatih, o dönem hakim İtalyan kültürü ile birlikte Ana Dili Türkçe dışında Arapça, Farsça, İbranice, Keldanice, Slavca, İtalyanca, Yunanca ve Latince bildiğini, Rum tarihçi Kritovulos ifade ediyor. Özellikle İstanbul’un Fethinden sonra, binlerce ciltlik bir kütüphanesinin olduğu da biliniyor.
Osmanlı’nın bu güzel ve anlamlı dönemi, her ne kadar Yavuz Sultan Selim’in, Arabistan coğrafyasının tamamını fetih edip, İslam Halifeliğini İstanbul’a getirse de;
O devirde yaygın bir uygulama olan, maddi ganimetler ile yetişmiş insan gücü olarak, bazı bilim insanları ile birlikte bir çok Eşari “din adamını” da getirmesi, Osmanlı’nın bilim ve pozitif dünyadan uzaklaşmasına sebep olmuş, netice de, pozitif bilim ve dünya gerçekleri ile yaşayan Kapitalist, Emperyalist Avrupa devletlerinin kendisini yok ermesine engel olamamıştır.
Dahası, son Osmanlı Padişahı Vahdettin ise, bir İngiliz Savaş Gemisi ile İstanbul’dan kaçmıştır.
Bütün bunlar nereden çıktı mı diyorsunuz, onu da yazayım.
Türkiye Cumhuriyeti zorluklar içinde kuruluyor. Köy kahveleri eğitimleri, Köy Öğretmen Okulları, Köy Enstitüleri, Ziraat, maliye, Mektepleri, Sağlık Meslek Liseleri gibi onlarca ülke gereksinimi okullar açılıyor; ülkede birlik ve beraberlik içinde Yurttaşlık Bilinci yaratılıyor.
Ulusal devlet, kendi ekonomisini yarattığı gibi sanayi ve ticaretini de geliştiriyor. Don fabrikasından otomobil, uçak fabrikasına kadar her şey kuruluyor.
Dünyada, tek başına değilsinizdir. Ayrıca Dünyada olan her şey sizi de ilgilendiriyor. Savaşlar, barışlar gibi.
Birici Dünya Savaşı Osmanlıyı yıkıyor, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ve Yurtsever arkadaşları sayesinde Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor.
Bu devlet de kendi kurumları gibi, kendi yurttaşını da yaratıyor.
Gel gör ki, Kapitalizm ve Emperyalizm bu durumdan rahatsızdır. Hele ikinci dünya/ paylaşım savaşı bütün ülkeleri etkiliyor.
Ve 1945’lerden sonra Türkiye Cumhuriyeti için alarm zilleri çalmaya başlıyor.
Marshall Yardımları, Fullburayt Bursları derken ülke paçayı kaptırıyor. Daha sonra da, CIA Türkiye istihbarat şefi Paul Hanze’nin, “Bizim Oğlanlar Başardı” diye Ülkesine müjdelediği 12 Mart 1971 Askeri Darbesiyle de Cumhuriyet değerlerinin köküne kibrit suyu dökülmeye başlatıyordu.
Cumhuriyetin yarattığı kendi “Burjuvazisi” elbette ki tartışılabilir ama kurulması düşünülen “İslami Cumhuriyetin” kendi Burjuvazisini yaratmak için Cumhuriyetin bütün fabrikaları, işletmeleri bir bir yok edilmeseydi keşke.
Bir zamanlar Dünya sıralamasında ilk sıralarda yer alan Üniversiteler gitti, yerine “ben cahillerin ferasetine güvenirim” diyen akademisyen ve yöneticiler sayesinde artık son sıralarda yer alınmaya başlandı.
Cumhuriyetin bu kurumlarının yetiştirdiği son nesiller de, çıkışlarını yurtdışında aramada buldular.
Bilginin olmadığı her yer kuraklıktır. Ülke her anlamda kuraklaştırılıyor.
Bırakın bir çok şeyi, bir yerel seçim sürecine daha girdik. Partilerin cinliklerini geçtim de, aday adaylarının seçim kampanyaları ve sloganlarına bir bakın Allah aşkına, hamaset ve ilkesizlik kol geziyor.
Bir sürü abuk subuk hiç bir anlam ifade etmeyen, umut vermekten uzak slogan ile süreç yürüyor.
Ben bunları yapanlara hiç bir şey demiyorum.
Sen bu kadar saf ve sa…k olmak zorunda mısın be kardeşim.
Yaşın yanında biz kuruları da yakıyorsunuz.
Hadi bizi boş verin, çocuklarınızı, torunlarınızı da mı düşünmüyorsunuz.
Atalar derler ki: “Bayramda köpek canlanmaz”. Boş verin bu geçici rehaveti. Titreyin ve kendinize dönün artık, her şey için geç olmadan.