ANTALYA VE ANTALYALI OLMAK
İnsan ile ilgili olarak, o kadar çok şey söylenmiş ve yazılmıştır ki say say bitmez.
Bu da, insan ile ilgili olarak iki kelam etmeyi kolaylaştırır, yazanı da, okuyanı da rahatlatır.
Şimdilik daha uzun yaşadığım şehir Ankara’dan Antalya’ya bazı toplantılarım ve işlerim ile ilgili olarak gelmiştim
İnsan böyle durumlarda aile ve arkadaş ziyaretleri yanında, şehrinin her köşesini gezmek ve görmek de istiyor. Ben de gün boyu dolanıp durdum.
İnsanların doğarken sahip oldukları şansları gibi, şehirlerin de doğaları gereği sahip oldukları şansları vardır.
Antalya da bu şehirlerin şanslılarından birisidir.
Temmuz- Ekim ayları arası sıcağı ve nemi de olmasa, doğal olarak söylenecek olumsuz pek bir şeyi kalmıyor.
İnsan Antalya’ya, şehir dışından beş ana girişin hangisinden gelir ise gelsin biraz içi burkuluyor, sızlıyor ve üzülüyor
Daha önceleri görevim gereği, şimdi de fırsat buldukça gittiğim başka ülkelerde gördüğüm şehir, köy ve kasabalara imrenmeden edemiyorum.
Tamam Dünya globalleşti. Bir çok kişinin dediği gibi Dünya küçülmedi ama daha çok kişi tarafından çiğnenerek yerle bir edilir oldu.
Cebinde üç kuruş parası, birazcık da ufku ve merakı olanlar için gidilemeyecek yer kalmadı.
Hele turizm tesisleri ve pazarlayan uluslararası şirketlerin de sayısı artınca tüm dünya için Antalya uğrak yeri oldu.
Turizm Bakanlığında çalışırken katıldığım toplantılarda iyi niyetli ve uzak görüşlü uzmanların bizlere hep söyledikleri bir söz vardı:
Aman ülkeniz, Antalya’nız, İspanya ve İtalya gibi beton yığını olmasın.
Bu ne kadar içten ve yerinde bir dilek ve öneri imiş bugün bakınca bir kez daha iyi anlıyorum.
Daha sonraları da, katıldığım bazı toplantılarda, bazı çevreler ülkemizin bir hizmet sektörü olmasını ve de “hizmet sektörünün” geliştirilmesi istiyorlardı.
Şimdi Antalya’ya gelince bir kez daha iyi anlıyorum ki, dünyada iyi insanlar olduğu gibi, kötü ve kötü amaçlı, niyetli insanlar da varmış.
Evet, iyi niyetli insanların güzel dilekleri tutmamış. Ülkemizin her yeri ve yöresi gibi, Antalya’nın da dağından ovasına, sahilinden ormanına her karışı beton yığını olmuş.
Sahillerde nerede ise şezlong atılmamış yer, betonlaşmamış toprak parçası kalmamış gibi.
Ormanlarda yüzlerce yıllık ağaçlar kesilerek, binlerce yıllık kıraçlığa sebep olacak mermer ve taş ocaklarına kurban edilmekte.
Şehir demek istemiyorum, çünkü “şehir” bir gelişmişlik, bir uygarlık simgesidir: artık yerleşim yerleri, birer insan yığınlarına dönüştürülmüştür
Eskide, “nerelisin?” demek bir ölçü ve bir yerli olmak ise bir ayrıcalık idi. Bu bir yeri sahiplenmek anlamına gelirdi.
Şimdi ise, “nerede yaşıyorsun?” sorusuna yanıt var. Bu ise orayı kullanıyorum demekti.
İşte Atatürk’ümün de dediği gibi, “Dünyanın en güzel Şehri” bir beton yığını yanında’ bir de “insan çöplüğüne ” dönmüş durumda. Ne acı.
Güzelim şehrim, memleketim, atılmışlar, itilmişler ile savaş kaçkınlarının yeri olmuş. Hem de bu şehirde yaşayan binlerin , milyonların emekleri ile, vergileri ile yarattıkları Güzelim Şehrim Antalyamın üstüne, tepesine basa basa.
Yirmibirinci yüzyılda şehirli olmak, “o” şehirde doğmak değildir. O şehirde yaşarken, ona bir şeylerde katmaktır.
O yüzden, Antalya’da, Antalyalı gibi yaşayanların, şehirlerine sahip çıkma vakti gelmiş de, geçmek üzeredir.
Henüz vakit varken Eyyy Antalyalılar, Antalya’ya sahip çıkmaya ne dersiniz.
“Dünyanın en güzel Şehri”, mahvolup gitmeden, moloz ve niteliksiz insan yığınlarına dönüşmeden önce.
Bugünden başlayarak, bu köşede fısıldamaya başlayacağım, sesimi duyan olur mu;
Ne dersiniz?
İbrahim UYSAL