BABA OTAĞINI ZİYARET
Pek kısa olmayan bir yolculuktan ve de araç değiştirerek, baba otağına, hatıralarla tekrar buluşmak, kucaklaşmak ve de yüzleşmek için, heyecanlı saatlerden sonra, akşam saatlerinde hedefe ulaşıyorum.
Baba evinde yaşanmış hatıraları yerli yerinde bulmuş olsam da, yine de yapıda, eşyalarda, çevrede hatırı sayılır değişiklikler, hatıraları silememiş.
Bazı hatıralar ise üzgün. Zamanın birliğimizi, topluluğumuzu dağıttı için.
Ben yine de hatıraları, yalnız – tek de olsam, baba otağında en kısa adımlarla yürüyor, ardımdan gıcırdayacak kapıları da açık tutuyorum.
Akşam yemeğinde, çocukluk yıllarımızda peşlerinden koşup kovduğumuz kedilerin torunları, etrafımızı sarıyorlar.
İçlerinden başkalarından kaçan biri patilerini sol dizime koyuyor ve “Beni konuk eder misin?” Diye soruyor.
Neden olmasın!
Son günlerde pek de alıştım kedilerle yemeğimi paylaşmaya.
Bir zamanlar çapaladığım, sebze tavlalarına su saldığım bahçedeki topraklarda çatlaklar oluşmuş.
Bahçenin eski sahipleri yok. Dağılmışlar. Herkes bir tarafa.
Köyde tarım üretimi, hayvancılık da mahalleye dönüşüm ile yok edilmiş
Yaz günlerinde harman yerinde, gördüğüm rüyaları hatırlamaz isem de; yıldızları sayarak uyuduğum geceleri hatırlıyorum.
Ne konfor ve lüks yaşam imiş o günler!
Ben, ev ve bahçedeki ayak izlerimiz silinmesin istedim ve payımı bağışladığım ablam da kent insanı olduğundan, yılın yarıdan fazlasını kentte geçiriyor.
Yine de baba ortağımız tütüyor.
Yıllar önce sebze bahçedeki fide tavlalarına saldığımız, küçük derecik ile gelen sular da artık yok.
Sayaçtan geçen ve hortumla savrulan su bahçeyi sulamaya yetmiyor! Yeter yetmesine de, “astarı yüzünden pahalı” derler ya, işte ona benzer.
Komşu, sayaçtan geçen su ile bahçe sulamış. İki aylık su faturası 8 bin 500 TL.
Sebzeyi pazardan almış olsa idi bu komşum, bu parayı öder miydi? Diye düşünüyorum.
Köyler mahalle yapıldı. Kümes yapmak İçin dahi, Belediye izninin gerekli olduğunu söylüyorlar, eski tarım üreticileri.
Ve şunu da dinliyorum. “Madem mahallede oturacakmışım. Neden kent merkezinden 20 km uzakta, dağın başındaki bir mahallede oturayım. Giderim kentin bir kenar mahallesinde otururum. Sorduklarında da; “Bir kentte oturuyorum derim.”
Köyler üretimden koparıldı. Kimilerine (!) sorarsanız. Türkiye uçtu. Almanya’nın bile Türkiye’yi kıskandığına inananlar var.
Söyleyenleri dinliyorum.
Güler misin? Ağlar mısın?
Dört aydan bu yana toprak suyu özlemle bekliyor.
Bir ayağı köyde olanlar da, yaz bitiminde ekecekleri sebzeler için, yağmuru da dört gözle bekliyorlar.
Pek çok yerleşim alanında olduğu gibi, mahalle yapılan köyümde de sular derinlere çekilmiş.
Babamın, biri köy içinde olup, diğeri de evimizin karşısındaki çeşmelerinden de su akmıyor.
Bir zamanlar, mahallemizin herkese açık olup, dedem Akbıyık Ömer’in kazdığı ve mahallenin kullanımına açtığı, evimizin karşısındaki, kadınlarımızın ve genç kızlarımızın sohbet alanlarından biri olan kuyuya, eğilip baktım.
Yosunları dahi kurumuş olup, renkleri siyaha dönüşmüş taşların dibinde su göremedim.
Biz oğlan çocukları, yeni yetmeler, gaza gelip, kuyudan ipi ıslak kova ile avuç içimiz soyuluncaya kadar, günde 20-30 bakraç su çekme yarışlarına girerdik.
Bakrakçları dolan teyzeler ve genç kızlar, omuzlarında taşıdıkları biraz da yaya benzeyen odun parçasının her ucuna bir bakraç asıp, evlerine giderlerdi.
Bazı kadınlar veya genç kızlar, her biri yaklaşık 15 litre alan bakraçları ile evin su ihtiyacı için, 5-6 defa kuyuya gelmeleri gerekiyordu.
Bahçede toplanmamış ilaçsız yetişmiş meyvaların bazılarına kuşlar tarafından açılan kapılardan, böcekler kendilerine ziyafet çekiyorlar.
Her adımda bir hatıra ile karşılaşmakta olduğum gibi, geride bıraktıklarım da “Benimle yüzleşmeyecek misin?” Diye paçalarımdan çekiyordu!
Remzi Uysal
Alibey / Susurluk, 03.11.2024