BAYRAMLAR BAYRAM ANMALAR ANMA OLSA
Gün görmüşler, ak saçlılar derler ki, “ağız tadında bayram” olsun.
Gerçekten ağız tadında bayramlar yaşıyor muyuz, ya da ağzımın tadı mı kaçtı?
Yine bu saydığım lafı edilir, sözü dinlenenler birisi için iyi ve güzel bir dilek dilemek istediklerinde derler ki:
Tanrım/Allah, iyi/güzel insanlar ile karşılaştırsın!..”
Öyle bir döneme girdik ki, sağda solda, sokakta insanların yüzü gülmüyor, en olmadık şeylerden sorunlar çıkıyor, büyüyor ve akşam haberlerinde cinayet haberleri.
Peki bu toplum nereye gidiyor?
Gergin olan keşke sadece yurttaşlar olsa, işin kötüsü devlet olmasa da iktidar görevlileri de gerginler.
Halk da olmasa meydanlar, caddeler kutlamalardan habersiz, sessiz, ülkede derin bir uykuda olacak.
Bir kere bayram bayram diyoruz da, bayram için güzel şeyler aklıma gelirken, birden :Süreyya Berfe’nin 1969 yılında işçi direnişinde hayatını kaybeden “Şerif Aygün” için yazdığı ağıt gelir aklıma.
“Mezarlardan çıktılar/ Bayram benim neyime/ Çekip Şerif’i vurdular/ Kan damlar yüreğime
İşte Şerif şehit oldu/ Bayram benim neyime/ Patronların gönlü oldu/ Kan damlar yüreğime
Bitsin artık kara zulüm/ Bayram benim neyime/ Hep bize mi bunca ölüm/ Kan damlar yüreğime … …. !…”
Son zamanlarda yaşanan bayram ve anmalardaki resmi iştahsızlığı görünce, insanın aklına nasıl da bu dizeler gelmez ki!..
Yeni bir yıl biter, Aralığın sonunda başlar “yıl başı” kutlanır mı, kutlanmaz mı tartışmaları arasında, 31 Aralık gecesi yılın son günü saat 24’ü gösterdiğinde, yeni bir yıla girilir ve “1 Ocak” yeni yılın ilk günü, tatil sayılır.
Ardından 23 Nisan gelir, başlar Osmanlıcılık, devletin başkenti Anakara, İstanbul tartışmaları. 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanır, hatta bütün devletin makam koltuklarına çocuklar oturtulur ama koskoca devlet aylardır bir aşiret karşısında, bir çocuğun katilini ortaya çıkaramıyor bile!..
1 Mayıs, Emek ve Dayanışma Günü’dür ama artık “işçi” ve “dayanışma” deyince, kurumların, patronların tüyleri diken diken oluyor.
19 Mayıs, Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından çok değerli ve önemli bir gündür. Ben olsam, “19 Mayıs”ı bayram olarak kutlamadan önce, “16 Mayıs”ı da “dram günü olarak andırırım. Düşünebiliyor musunuz Koskoca Osmanlı İmparatorluğu yok edilmiş, dağıtılmış, Başkent İstanbul’u bir İngiliz Komutan yönetiyor, Mustafa kemal Paşa (Atatürk) bile İngiliz komutanın izni ile İstanbul’dan ayrılıyor. (Karadeniz bölgesinde çıkan isyanlardan İngilizler endişelidir, bu isyanlar bastırılsın diye izin veriliyor İstanbul’dan çıkışa. Elbette ki yurtsever Osmanlı Paşası, kendine yakışanı yapıyor ve ulusal kurtuluş savaşının ve bağımsızlığın fitilini ateşliyor, arkadaşları ile)
Bu yüzden, bu gün, bazen aynı gün, bazen bir dün önce, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanıyor. (Tabi okullar tatil edilmezse!…)
Bu gün ve bayrama ilişkin başka bir olay ise, Mustafa kemal’in (Atatürk) Padişahın izni ile ve görevlendirmesi konusu edilerek, olay aşağılanmaya, sıradanlaştırılmaya çalışılır da, bunların hiç birisi o günler İstanbul’u işgal kuvvet komutanının yönettiğini görmezlikten gelirler.
15 Temmuz, ise 2016 yılından itibaren Demokrasi ve Milli Birlik Günü” günü olarak kutlanmaktadır.
Bu anma, bana bugün yapılmayan iki “kutlama” ve “anma”yı anımsattı.
İlki, 23 Temmuz 1908’de 2’ci Meşrutiyet’in ilanını izleyen yıl 1909’da kutlanmaya başlanan ve 27 Mayıs 1935’te kaldırılan İYİ-İ MİLLİ Bayramı,
Diğeri de, 27 Mayıs İhtilalini izleyen; 1963 yılından 1982 yılına kadar kutlanan “Hürriyet ve Anayasa Bayramı”.
30 Ağustos’ta kutlanan ZAFER BAYRAMI’NIN öyküsü ise şöyledir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın son evresi, 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar – Kocatepe’de Büyük Taarruz olarak başlar, 30 Ağustos 1922’de de Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak zaferle sonuçlanır. Bu zaferin anmasıdır bu bayram da.
Elbette ki 9 Eylül 1922’yi de unutmamak gerek, Türk Ordusu’nun İzmir’e varış ve düşmanı “denize döküş” sürecini!…
29 Ekim Cumhuriyet süreci;
Yurt, düşman işgalinden kurtarılmış, sıra uluslararası tanınılırlığı olan bir devlet kurmaya ve çağdaş Cumhuriyeti ilan etmeye gelmiştir.
İlk olarak 24 Temmuz 1923’de İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı temsilcileri arasında bir BARIŞ ANTLAŞMASI (Lozan) imzalanmıştır.
Süreci izleyen günlerde de Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), bu günkü Çankaya Köşkü’nün içinde kalan bağ evinde, yakın çalışma arkadaşlarına 28 Ekim 1923 gecesi, “Efendiler yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” der ve bir gün sonra da, yeni açılan Millet Meclisinde alkışlar arasında 29 Ekim 1923 günü CUMHURİYET ilan edilir, 1924 yılından başlayarak da ulusal düzeyde kutlanmaya başlanır.
Bu ulusal bayramların dışında bir de ulusal düzeyde, 10 Kasım ATATÜRK’Ü ANMA GÜNÜ VE Haftası vardır.
Atatürk, yurt genelinde 9’u 5 geçe saygı duruşu ile anılır, haftada ise, Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin anlatıldığı, resmi, ve özel programlar yapılır(dı)!..
Ülkelerin ulusal bayram ve anma günlerinin dışında bir de özel saydıkları kutsal günleri vardır. Ülkemizde de bu Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı olarak kutlanmaktadır.
Ne yazık ki, bu dini bayramlar ise ne yazık ki, o kutsal süreçlerini gün gittikçe yitirmekte ve çoğu kişinin bir tatil süreci olmaktadır.
Burada asıl değinmek istediğim olay, ulusal günlerin, ULUSAL BİRLİĞİN OLUŞMASI VE SÜRMESİ açısından;
Dini günlerin de ortak bir kültür ve yaşam sürecinin oluşmasına katkı koyması açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Devletler, yurttaşlarının yaşam süreçlerindeki bu özel günleri yerli yerinde yaşatmak için de vardır.
Bilmem anlatabildim mi?
İbrahim UYSAL