BAZEN DÜŞÜNMEK İÇİMDEN GELMİYOR
Çocukken ailemiz ve yakın çevre, şöyle yap, böyle yap ki ayıp olmasın, adam gibi adam ol derlerdi.
Adam olup olmadığımızı bilmiyorum ama çoğu tanıdığım ve çevrem bu sözü dinledi.
Sonra okullarda öğretmenler.
O kadar ki, okulun bodrum katında masa tenisi oynarken, “eşek oğlum yeterince oynadın, git biraz da derslerine çalış” deme sorumluğunu, bizim iyiliğimiz için kendilerinde görürlerdi.
Dinledik mi, evet!..
Sonra gazeteler. Cumhuriyet, öyle bir Cumhuriyet ki, laf söyleyen olmazdı sözünün ütüne.
Tercüman, muhafazakar olsa da, yine her şeyi adabı ve edebi ölçüsünde döktürürdü sütünlarında.
Eeee ara sıra Yeni Ortam gibi ortama azıcık ses getirenler de yok muydu, elbette vardı. Çok da güzel şeyler yazarlardı.
Ha, magazin mi, onun da bir bir seviyesi vardı. Baldır bacak elbette açılırdı ama magazin kadar. Öyle cebi üç kuruş görmüş her ağzı sulananın yalayacağı yerlerde değildi.
Dergiler.Magazininden, kültüründen, siyasal içeriklisine kadar hepsinin bir seviyesi ve amacı vardı. Toplumu bir şekilde derleyip toparlıyorlardı.
Yaşar Kemal’ler, Kemal Tahir’ler, Aziz Nesin’ler, Fakir Baykurt’lar günü döktürürler iken; Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik Abasıyanık, Sinekli Bakkalından, Vurun Kahveye diyecek sözü olan Halide Edip Adıvar; Öykülerin unutulmazı Ömer Seyfetin, kaşır dururdu kaşağı ile.
Az çok gel gitleri olsa da, Peyami Safa. Bir zamanlar filmlerin ve dizilerin ilham kaynağı Reşat Nuri Gültekin.
Lafı uzatmanın alemi yok, Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan derken, Kürk Mantoyu Madonnaya giydiren Sabahattin Ali’yi, Rıfat Ilgaz’ı da ansak mı ne?
Bu yazılana Tarık Buğra’yı, Sevgi Soysal’ı, Adalet Ağaoğlu’nu, geçmişten Yunus Emre’yi, Köroğlu’nu, Şah Hatayi’yi koymasan üzülmezler mi?
Demirel, Ecevit, Türkeş, İnönü, Aybar, Boran, Baykal, Erbakan, Yılmaz derken televizyonda siyasi tartışma programlarının bir adabı ve seviyesi vardı. Ülke konuşulur, yurttaş tartışılır idi.
Sendikalar. Taksim’e 1 Mayısta milyonları yığar, Maden ocaklarından Ankara’ya Meclise günlerce yürürlerdi.
O zamanlar daha nitekim paşalar yeni yeni cesaret buluyorlardı, öyle uluorta kelam etmek için. Bir gün Memduh amca (Tağmaç) çıkıp da, sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu durdurmak gerekiyor, demez mi!..
Bu defa yıllar 1980’leri gösterince bir Henry Kissinger çıkar ortaya ve Biz iktidarı olduğu kadar muhalefeti de dizayn ederiz, demez mi?
Dizayn edile edile geldik bu günlere.
Süleyman Amca bu günleri görse, bize plan değil, pilav lazım, dediğine bin pişman olurdu sanki. O ki devlet umuru görmüş, devletin merdivenlerini basamak basamak tırmanmış idi; Planı da bilirdi, bütçeyi de.
Sonra çağ atlamaya heves ettik.
O kadar hızlı atladık ki, bu kez yüz yıl ile değil, bin yıl ile milenyum atlıyordu ve ikinci milenyuma, ikinci bin yıla giriyor idik.
Keşke Milenyum’a girmeseydik, keşke tarım devrimi hiç olmasaydı da, JJ Rouseou ilk çiti çakan insana TOPLUM SÖZLEŞMESİ’NDE, ettiği sitemleri etmese, biz de bu kara günleri yaşamasaydık.
Hoş bir çok filozof, düşünür insanlığın iyilikten ve güzellikten yana yol aldığını söyler ama o zaman neden savaşlar sorusuna, bana bu açıdan verilecek yanıt pek inandırıcı gelmez.
Artık uyanalım. Geçmişte dünya nasıl dönmüş, kimler döndürmüş. Hatta üç kıtada 600 yıl yaşamış, bir zamanlar çağ bile değiştirmiş bir devletin içinde kurucu bir millet olarak, bizim yetkililer bile nelere, niçin karar vermişler. Düşünsek mi?
Keşke Yavuz Sultan Selim değil de, Fatih Sultan Mehmet, Sultan II Mahmutlar çok olsaydı. Keşke Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) bambaşka koşullarda ve daha uzun bu ülkeyi yönetseydi.
Dünyanın tüm insanlarını ve ülkeleri ilgilendiren iki önemli sorun vardır. GÖÇLER ve EKONOMİK GELİŞMELER (Sanayi).
Tarihteki Kavimler Göçü, Türklerin Ergenekondan çıkmaları, Avrupalıların 15. yüzyılda yeni kıtalar keşfetmek için denizaşırı torpakları keşfi ve göçü.
Feodal üretim tarzının değişmeye başlaması ve sonunda feodalizmin tasfiyesi; bunu 1750’ler ile birlikte sanayi devriminin takip etmesi; makineleşme ve üretim planlaması, özellikle İngiltere’nin öncülük ettiği bir sanayi devrimi süreci, dünyanın ekonomik kaynaklarının PAYLAŞIMI ardından da Birinci ve İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşları;
Ülkelerin sınırlarını ve yönetim şekillerini değiştirmiştir.
Geniş halk kitlelerinin yönetime ve üretime katılıp ülkenin kaynaklarından pay aldığı örnek bir süreç, 1789 Fransız Devrimi ile başlar ve 1917 Rus Sosyalist (Bolşevik) Devrimi ile ortaya çıkar.
Kapitalizmin üretim ilişkileri 20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılda bilgisayar çağı ve teknolojisi ile yepyeni bir sürece girmiştir. Üretim ilişkileri yeniden değişmiştir.
Çoğu insan farkında değil ama üç gün sonra yapay zeka uygulama süreçleri, bir çok kişi işin us ve istihdam sorununu yaşatacaktır.
Elbette ki bilimsel ve teknolojik gelişmeler olacak ama burada bu gelişmeler kimin ya da kimlerin lehine olacak.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de işsizlik, geçim sıkınıtısı hata açlık daha görünür olacaktır.
Unutmayın iktidarları halk, yurttaşlar seçermiş gibi yaparlar ama olanlar kimlerin lehine gelişir, kendiniz karar verin.
Bu süreçleri gören ve önlem alınsın diyen kitleler, örgütlü kesimler seslerini duyurmaya başladılar.
Özellikle ülkemize yakın bölge ve güney Asya’da kaygılı bir süreç kendini göstermeye başladı.
İktidar her zaman ne yapacağını bilir, öğretirler. Öyle kocaman bir ülke, ekonomi saldım çayıra mevlam kayıra olmaz.
Gel gör ki, sıradan sıkıntıları yaşayacak insanlar, yurttaşlar ise öyle kaygısız ki, ört ki ölem!..
Bu süreçleri siyasi olarak yönetecek ise elbette ki muhalefettir, onu da belirleyecek yurttaşlardır.
Son süreçte 31 Mart yerel seçimleri bir uyanış, başkaldırı gibi işaretler verse de, doğru süreçler yönetilmez ise, umutlar ile fırsatların nasıl kaybolup gittiği umarım gören, yaşayan olmaz.
Ben iktidarın süreç yönetimi konusunda başarısına söz söylemem, onlar iktidarda kalmayı hedefliyorlar ise, ülke kaynaklarını adil paylaştırmak zorundalar.
Bir çok ekonomik uygulama köprü, yol yapımları ve ödemeleri gözden geçirilmek zorundadır.
1789 Fransız Devrimi, Fransız Sarayı ve Aristokrasinin, yeni gelişen Burjuvaziyi ciddiye almamasından ve Fransız Burjuvazisinin de yoksul köylüler ile ittifakından doğmuştur.
Kim ne anlar bilemem de durum budur.
“Nereye gideceğini bilmeyenlerin, hangi yoldan gideceklerinin bir önemi yoktur!..”