ÇIPLAK TABUT – K. Öztürk Fuat Şemsi’ye ait Mısır Apartmanındaki dairede, son günlerini geçirdi. Hafız Necati, hemen her gün başında Kuran-ı Kerim okudu.
27 Aralık 1936 günü, bir deri, bir kemik kalmış bedeni daha fazla direnemedi. Feri sönmüş gözleri, son kez camdan dışarı baktı. 11 yıl hasretini çektiği memleketine, İstanbul’a veda etti. Derin bir nefes aldı ve geri vermedi. Saat 19.45’di. Yanında çocukları, ailesi, doktorları vardı. Ayak ucunda, ellerini saygıdan birbirine bağlamış, hastalığı boyunca onunla ilgilenmiş, Rus bir hasta bakıcı, sarsıla sarsıla ağlıyordu.
Büyük şair ve mütefekkir Mehmet Akif Ersoy bu dünyaya veda etmişti.
BİR GARİBANIN TABUTU Cenaze namazı Beyazıt Camii’nde kılınacaktı. Az sayıda insan caminin kapısında bekliyordu. Bir araba yaklaştı. İçinden çıplak bir tabut çıkardı üç hamal. Önce kimsesiz bir garibanın tabutu sandılar. Sonra bu çıplak tabutun Mehmet Akif’e ait olduğu anlaşılınca, camide sessiz bir kıyamet koptu. Akif’i kefensiz, çıplak getirmişler gibi, ağlamaya başladı oradakiler. Birden Darülfünun öğrencileri her yandan camiye akmaya başladı. Gözyaşları içinde çıplak tabuta sarıldılar. Cami girişinin karşısında bulunan Emin Efendi Lokantası’nda asılı Türk bayrağını aldılar, çıplak tabutu örttüler. Kabe örtüsü bulundu bir yerden. Onu da tabutun üstüne koydular. Gözyaşları, sessiz öfke, hüzün ve hasret birbirine karışmış halde cenaze namazı kılındı. Öğrenciler cenazenin araca konmasına karşı çıktılar. “Üstadımızı, başımızın üstünde biz taşıyacağız” dediler.
“BİR ŞAİR, BİR İNANMIŞ ADAM YİTİRDİK” Beyazıt’tan Edirne kapı Şehitliği’ne kadar Akif eller üstünde, başlar hizasında taşındı. Geçtiği her yerden insanlar cenazeye katıldı. Adını duyan hürmetle ayağa kalktı, Fatiha okudu, usulca kalabalığın arasında katıldı ve yürüdü. Kalabalık sayısı binlere ulaştı. Edirne-kapı şehitliğinde, Babanzade Ahmet Naim’in yanı başında kabre kondu Akif. Hafızlar Kuran okudu, imamlar dua etti. Sonra gençler hep birlikte ayağa kalktılar, gür bir sesle İstiklal Marşını okudular. Herkes ağlıyordu. Yürekler yanıyordu. Gençler nutuklar irad etti. Bunlardan biri Edebiyat Fakültesi talebesi Abdülkadir Karahan’dı: “Âkif’in şahsiyetinde Türk gençliği yalnız güçlü bir nazım ve Millî Marşın şairini gaib etmiş değildir. Aynı zamanda sağlam karakterli, kalbinin bütün iman ve heyecanı ile inandıklarına ömrünün sonuna kadar sadık kalmış bir insan da yitirmiştir.” Talebeler, mezar taşını kendi paralarıyla yaptırmaya ve her sene burada buluşmaya söz verip oradan ayrıldılar.
CENAZE NEDENİYLE SORUŞTURMA AÇILDI Cenazeye devlet ricalinden hiç kimse katılmamıştı. Katılmadıkları gibi, cenaze izlenmiş, katılanlar not edilmiş ve emniyet tarafından rapor edilerek ‘üst makamlara’ bildirilmişti. Üç gün sonra soruşturma başlatılmıştı. Sorguya çağrılanlardan bir de orada konuşma yapan Edebiyat Fakültesi öğrencisi Abdülkadir Karahan’dı (sonradan aynı fakültede profesör oldu). “3 gün sonra beni Yüksek Öğretmen Okulundan Emniyet Müdürlüğüne istediler.
Bir şube müdürü beni sorguya çekti. Ne sıfatla resmi makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığımı sormuştu. Cevabım yaklaşık olarak şöyleydi: Ben herhangi bir şairin değil, Türk Bayrağı göndere çekilirken, yazdığı İstiklal Marşı ile göklere seslenen bir zatın kabri başında milletimizin duygusunu, saygısını dile getirdim. Beni buraya çağırmakla hata işlemiş bulunuyorsunuz.” Uzun yıllar devlet Akif’i anma törenlerinde bir temsilci bulundurmadı.
Eserlerini basmadı ve onu yok saydı. Hatta Tanin gibi devletin sesi olan gazetelerde Akif’in ‘milli’ değil ‘dini şair’ olduğu, bu yüzden onu anma törenlerinin yapılmasına karşı çıkan yazılar, haberler yayınlandı. Ancak talebeler, sevenleri ve yakınları her zaman onu mezarı başında, ilim meclislerinde andı, hatırladı, dualar etti. Öğrenciler söz verdikleri gibi, harçlıklarından topladıkları paralarla mezar taşını yaptılar.
“SESSİZ YAŞADIM, KİM BENİ NEREDEN BİLECEKTİR”
Tek parti iktidarı bittikten sonra Akif sakıncaları bir şair olmaktan çıkarıldı. Devlet, milletin İstiklal Marşını yazan şairini resmi olarak 1960’tan sonra anmaya başladı. Akif’in yalnızlığı sadece tek parti iktidarının soğuk devlet katından kaldı.
Her zaman milletin ve gençliğin gönlünde coşkun bir şekilde anıldı. Ama yaşarken onu yalnızlaştıran, ötekileştiren, sakıncalı bir insan konumuna sokan devletin soğuk yüzüne kırgınlığını hep hissettirdi, lakin dile getirmedi.
Ömrünün sonuna doğru yazdığı bir dörtlükle sessiz isyanını şöyle dile ifade etti: “Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, Günler şu heyûlâyı da ergeç silecektir… K. Öztürk’ den alıntı.
Gani gani Allah Rahmet Eylesin. VATAN ŞAİRİMİZ MEHMET AKİF ERSOY’U RAHMETLE ANIYORUZ. Ruhu Şad Olsun. Rahmet, minnet anıyoruz…