GENEL VE YEREL YÖNETİMDE OLİGARŞİ
Öyle bir döneme girdik ki, kavramlar, süreçler ve bilgi her şey allak bullak. Herkesin bir tanımı, algısı var ve neredeyse ortak bir dil yok gibi. Kişisine göre bir tanım yapılıyor ve süreç yönetiliyor. O yüzden de ne yerelde, ne de genelde yurttaşların iki yakası bir araya gelmiyor.
Çünkü yönetimlerde yurttaş yok, yurttaş odaklı olmak gibi bir düşünce de yok!.
Bir kere kavramların içi boşaltıldı. Örgütlü olanların kazandığı, diğerlerinin bir şekilde uyutulduğu, uyuşturulduğu bir süreç ortaya çıktı.
İlk başta şehir devletlerinde ortaya çıkan modern yönetim süreçleri, zamanla ekonomik ve tarihsel süreçlere bağlı olarak gelişti ve değişti.
Şehir devletleri, genellikle büyük bir kültürel bölgenin parçasında, yönetime katılım sınırlı da olsa alt sınıflar hariç yaşayanların temsil edilerek yönetildiği yerler olmuştur.
Sadece soyluların ve varlıklıların seçme ve seçilme hakkının bulunduğu ve Sokrates’in bu yönü ile eleştirdiği bir yönetim şekli olan Tiranlık da bu dönemin ürünüdür.
Oligarşi ise kavram olarak antik dönemden itibaren kullanılır. Platon ve Aristoteles Oligarşiyi, özünde azınlığın despot, görünürde ise erdemli bir yönetimmiş gibi algılandığından, aristokrasinin ve zamanla da demokrasinin yozlaşmış hali olarak tanımlarlar. Oligarşinin özünde ve mantığında servete sahip olma arzusu vardır.
Ekonomik eşitsizliklerle parçalanan toplum, bu seçkin yönetici grubunun zenginlik hırsına karşın, ezilen ve horlanan yurttaş kalabalığını bir süre idare edip, yönetseler de; paranın gücüne dayanan bu devlet, bir şekilde yıkılmaya mahkum, yönetimdeki oligarşinin de sonu olması kaçınılmazdır.
Fransız Devrimini, Kral ve soylulara karşı, yoksul köylüleri de yanına alan Fransız (ticaret) Burjuvazisi yapmıştır.
Bu durum da, “Platon’a göre zengin sınıfın alabildiğine zengin olma isteği sonucu demokratik düzene geçilmiştir” savını güçlendirmektedir.
Soylu ve cesur kişilerin birleşerek site devleti düzenini yıkması sonucunda demokrasi kurulmuştur.
Aslında demokrasi bir düzen sistemi ve yönetimidir. Ne yazık ki seçenlerin, seçtiklerini denetlememeleri; herkesin kendisine özgü kurduğu bir düzeni ortaya çıkarır ki, bu da “düzen panayırı” olarak ortaya çıkar. Bu da düzensizliğin ayrı bir türüdür.
Aslında Oligarşik Demokraside üç sınıf vardır.
Yöneticiler, zenginler ve dar gelirli halk. Yönetimde denge ise, bu üç grubun ittifakı ile olur.
Demokrasi herkese eşitlik sağlasa da, sıradan bir insanın yönetimde yer alması Platon için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü o her işin ustası tarafından yapılmasını ısrarla savunmuştur.
Ki buna benzer bir söz Anadolu’da da vardır.
“Acemi nalbant, gavur eşeğinde öğrenir!..”
Genel İktidar olarak Kamu Yönetimi yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkileri tanımlar.
Günümüz Türkiye’sinde Kamu politikalarının şekillenmesinde aktif rol oynayan Siyasal İktidar, Merkezi yönetim ile Yerel yönetimlerin yürütme organlarının ve bu organlar ile ilişkili olan örgütlerin etkinlikleri olan kamu yönetimi, iktidarın amaçlarına ulaşabilme yöntemi haline gelmiştir.
Oysa Kamu yönetimi, yönetim süreçlerinde;
İnsan, Örgüt, Yönetim, Kamu politikaları, Norm ve kadro düzeni, Mali kaynak ve Kamu görevlilerine gereksinim duyar.
Burada da örgütün işleyişinde elde edilen başarı ya da başarısızlık insan unsurunun performansına bağlıdır. Yönetim ve siyasetin günümüzde pek önemsemediği de bu durumdur.
Seçim süreçlerinde söz edilen pek çok laf ve afişin havada kalmasının nedeni, uygulamada nitelikli insan unsurunun gözardı edilmesinde yatar.
Oysa, liyakat esasına dayanan personel seçimi yapılsa , personelin bilgi ve beceri düzeyinin yüksek olmasının örgütün amaçlarına ulaşmasını kolaylaştıracağının yanı
sıra sunulacak ürün ve hizmetlerin kalitesini de artıracağını görmek için dahi olmaya gerek yok sanırım.
İktidar, acemi nalbant örneği süreci yürüttü de, muhalefet bunun ne kadar farkında, siz karar verin.
İbrahim UYSAL