Büyük Şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in
“Han Duvarları” Şiiri ile İlgili Anım
ve de
Büyük Şairin Yaşamından Açı Bir Kesit!
Ve Kısa Biyografiler …..
Ben, galiba daha ilk okula başlamamıştım veya 1. sınıf öğrencisi idim gibi.
Köyümüzün ilkokulunda 5 sınıfı bir arada okutan ve benim de 1-4 kadar sınıflarda öğretmenim olan, Köy Enstitüsün’den çıkma, Tahir Kanar’ı teftişe gelen Bandırma 28’inci Bölge Müfettişlerinden Hilmi bey de, diğer bürokratlar ve köye arazi keşfine gelen yargıçlar gibi, babamın konuğu olurdu.
Ben de, babamın gelen konuklarına hizmet veren evin büyük oğlu olarak ve de özellikle kış günlerinde, korları sönen ve bir kenarında da çaydanlık ve bazen cezve bulunan mangalı belli aralıklarla mutfağa, aşağıya indiriyor, annemin üzerine eklediği çıdırdayan korlarla dolu mangalı tekrar üst kattaki konuk odasına götürürdüm.
Köyümüzde öğretmenimizden ve babamdan başkasında göremediğim kıyafetli, kravatlı konukları geldiğinde, çok sevindiğim gibi, karşılarına bir şilteye oturur, diz çöküp, avuçlarımı dizlerime yapışık şekilden sohbetlerini can kulağım ile dinlerdim.
Babam, yöredeki 20’ye yakın köyün katipliğini yapar, bazen beni de 3-5 yaşlarındayken, kısrağın-dan büyüttüğü ve üzerine koşu eyeri vurduğu tayın üstünde duracak yaşa gelinceye kadar, atının terkisinde köy düğünlerine ve de yağmur dualarına götürürdü.
O köy insanlarından büyük ilgi duyar ve bundan keyif alırdım.
Özellikle yürük köylerinde, kadınlar bizim köyümüzdeki gibi erkeklerden kaçmazlar ve pınar başlarında erkeklerle rahat sohbet ederlerdi.
Yaşıtım köy çocukları da beni oyunlarına davet eder, köy teyzeleri de aralarında “abukat gibi”, bazıları da “abukat gibi kappenin oğlu” dediklerini duyardım.
O, bastonlu köy yaşlılarının da, ileri yıllarda babamı temsilen gittiğim düğünlerde benim için: “Bizim Kanun İsmail’in oğlu” diyenler olur, köy kahvesinde altındaki sandalyeyi bana vermek isteyen Mana köyünden yaşlı dedeler dahi olmuştu.
Önemli bir köy bilgesi olan babamın gelen konukları ile sohbetlerini can kulağı ile dinler, daha o yaşlarda Kasım Gülek’in adını ve Menderes hükümetinin “Vatan Cephesi’ni” belleğime işlemiştim.
Ve de o nedenle de hep söylemişimdir: “Babamın meçlislerinde büyüdüm” diye.
15 yıl sonra beni de teftiş edecek gelecek 28’inci Bölge Müfettişlerinden biri olan Hilmi bey, bir ara bana döndü ve “Sana bir şiir okuyayım mı?” dedi ve benim çene sallamamı beklemeden: “Yağız atlar kişnedi / Meşin kırbaç şakladı / Araba yerinde bir dakka durakladı / ……” dizeleri ile devamını okudu.
Orta okul yıllarına kadar, o “yağız atlar / meşin kırbaç” kelimelerini hiç unutamadım.
Balıkesir Muharrem Hasbi Koray Lisesi orta okulu 2. sınıf Türkçe ders kitabında, şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiirinde geçen o dizeleri okuduğumda, nasıl bir çocukça sevinci yaşadığımı, anlatamam.
Ben tekrar o gün de Müfettiş Hilmi beyi hatırladım ve de o gün Han Duvarları şiirini, bir çırpıda ezberledim.
Ertesi günkü Türkçe dersimizde sınıf ve de Türkçe öğretmenimiz Bilge hanıma, parmağımı kaldırarak Han Duvarları, şiirinde geçen dizelerle olan anımı anlatıp, şiiri ezbere okumuştum.
Aşağıda da; büyük şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in yaşadığı acı bir anıyı, geçen günlerde yaşamdan kopan ve büyük bir kaybımız olan büyük bestekar ve de ses üstadımız Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça’ın, Avustralya’dan sevgili arkadaşım Ömer Akbıyık’ın bugün ilettiği bu anıyı, merhum üstadın ağzından dinleyelim.
—————————-//—————————
Bir Şarkı ve Bir Hikâye…..
Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça
Faruk Nafiz Çamlıbel iki çocuğunun annesi Azize Hanım hastalanınca, tanıdığı olan kadın doğum doktoru Alâeddin Yavaşca’ya danışır.
Yavaşca, Şair ile eşini kendisinden daha tecrübeli olan hocasına götürür ve o doktor kanser teşhisini koyar.
Alâeddin’nin dilinden olay şöyledir:
“-Faruk Nafiz Çamlıbel`i bilirsiniz. Gelmiş geçmiş şairlerin en büyüklerinden biridir Çamlıbel. Çok iyi, sevdiğim bir dostumdu o benim. Yaşı elbette benden ileriydi ama saygı dolu bir ahbaplık vardı aramızda. Bir gün muayenehaneme geldi.
O zamanların çok meşhur ve yanına varmayı bırakın, randevu almak için bile ter dökülen bir genel cerrah hocamız vardı. Eşinin rahatsız olduğunu söyledi. O cerrah hocamıza göstermemiz için yardım talep etti.
Hocayı iyi tanıyordum. Aradım, söyledim yanına çağırdı bizi. Hanımefendiyi muayene etti. Sonra beni yanına çağırdı ve teşhisini söyledi:
“Alâeddin kardeşim, durum fena. Göğüsten başlamış tüm koltuk altını sarmış kanser. Mutlaka vücudun başka yerlerinde de metastaz yapmıştır. Bu hastayı hiçbir şekilde ameliyat etmek istemem. Hekim olarak yapacağımız ilaçlar verip ömrünün son demlerini mümkün olduğunca ağrısız geçirmesini sağlamaktan ibarettir.”
Ben yıkıldım duyunca.
Nasıl söyleyeceğim ki bunu Faruk Nafiz Bey`e. Eşinin üzerine titreyen, ona delice sevdalı bir adam. Kırılgan, duygulu, şair bir adam. Nasıl derim, nasıl söylerim?
Ben o dev şairin koluna girip; “Gel biraz yürüyelim üstat` dedim. Bin dereden bin su getirir gibi anlatabildim acı tabloyu ona.
Hiçbir şey söylemedi.
Çıt bile çıkarmadı gitti.
Yıkıldı ama bir süre sonra hanımefendi vefat edince geldi esas yıkımı…
Haftalar sonra yine geldi bana. Omuzları, avurtları çökmüş, gözleri kan çanağı bir halde..
Cebinden katlanmış bir kâğıt çıkartıp açtı, uzattı. “Bunu yazdım. Bestelersen sevinirim” dedi ve yine çıktı gitti.”
“Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok.
Bir yer ki sevenle, sevilenlerden eser yok.
Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok.
Bir yer ki sevenle sevilenlerden eser yok.”
Makam : Hicaz / Usûl: Düyek
Güftekâr: Fâruk Nâfiz Çamlıbel
Bestekâr: Alâeddin Yavaşça.
Anısına saygıyla…
Remzi Uysal
Lübeck, 30.12.2021