SESSİZ ÇIĞLIKLAR
Geçenlerde evlerine her gün bir kaç gazete giren tanıdıklara uğradım, dünden ve bu günden uzun uzun sohbet ettik, konuştuk.
Birisi Hukuk, diğeri de Mühendislik eğitimi almışlardı. Altyapılarını yurtiçi ve yurtdışı eğitimleri renklendirilmişler, akademik unvanlar ve yönetsel makamlarda kendilerini ilkeleri doğrultusunda halklarına, yurttaşlarına adamışlar ve doğal süreçleri dışında ne kamudan ne de çalıştıkları işlerden özel bir beklentileri olmamıştı.
Her ikisi de emekli olmuş, yazları Ege’nin sıcağı ile yüreklerini, denizi ile de bedenlerini ısıtmışlar;
Kış gelince de çoluğunun, çocuğunun işleri gereği zorunlu yaşadığı Başkente gelmişlerdi.
İnsan, günlük yaşam sorunlarını giderme dışında ne için çalışır, elbette ki ileriki günlerde yaşamına güzellikler katmak, daha huzurlu ve güvende yaşamak için.
Bunlar içinde olay böyleydi.
Çocukları çok iyi eğitimler almışlar, meslek sahibi olmuşlar, hatta torunları bile artık iş yaşamlarında başarıların zirvesini zorluyorlardı.
Kendilerine özgü ne ekonomik ne de bir başka sorunları vardı.
Gördüğünüz gibi herşey yerli yerindeydi. Huzur ve mutluluk içinde yaşamaları gerekiyordu.
Unutmayın insan sosyal varlık olmadan tek başına bir noktaya kadar yaşayabilir.
Şehirde ya da kasabada yaşıyorsunuz, mutlaka insan ve insanlar ile birlikte olmak ya da birşeyleri paylaşmak durumdasınız;
Apartman ya da bir sitede yaşıyorsunuz, apartman – site görevlisinden tutun da, evden çıkınca ayak bastığınız kaldırımları, köşedeki mahalle bakkalını, aracınız ile geçeceğiniz yollara kadar.
Gördüğünüz gibi kişisel olarak ne öykü yazarsanız yazın, bir noktadan sonra öykünüz kişisellikten çıkıyor, çoğul, toplumsal oluyor.
İşte bu noktadan başlayarak öykünün devamı devlet, millet gibi daha kurumsal ve yönetsel süreçlere gerek duyuyor.
Yaşadığınız yerdeki yerel yönetim, ülkedeki iktidar sizin yaşamınızı etkiliyor.
Her geçen gün apartman ve sitelerde çalışan görevli (kapıcı) sayısı azalırken, çöp ve temizlik için profesyonel şirketlerden hizmet satın alınıyor.
Kapıcı gitti yerine temizlik şirketleri geldi.
Mahalle bakanları gitti yerine çok sevdiğiniz ÜÇ HARFLİ marketler geldi.
Yetmedi, yıllarca yol, su, kanalizasyon yapılsın, asfalt döşensin diye çektiğiniz o kadar sıkıntı ve sorunun üstüne, kaldırımlarda sizi yok sayan dilini anlamadığımız garip kılıklı adamlar, kadınlar;
Yollarınıza ise, Sizin modası seçmiş taka araçlarınızı sıkıştıran, yok sayan deve gibi yabancı plakalı araçları ile kimliği belirsiz adamlar, kadınlar gelmiş.
Peki hiç düşünüyor musunuz, bu mahallede, bu şehirde, bu ülkede neler oluyor diye.
Ülke, toplum nereye gidiyor diye.
Artık apartman görevliniz / kapıcınız yok, ekmeği de, alıyor iseniz gazeteyi de kendiniz alacaksınız köşedeki bakkaldan.
Köşedeki bakkal da yok artık, gazete satmayan, gazete girmeyen üç harfliler var artık.
Eskiden “üç harfli” diye, “cin”, şeytan için söylenirdi, şimdikini biliyorsunuz.
Önümüzdeki günlerde kalan o dükkanlar da gazete satmayacak artık, çünkü satılmayan gazetenin iadesi kalkmış.
Bu kadar laftan SONRA ne anlattım acaba.
Eyyyy ahali, uyan artık bu gaflet uykusundan. Yıllarca ödediğin vergiler ile oluşan kurumlar her gün birer birer yok oluyor.
Yine kıt kanaat ödediğin vergiler ile yapılan yollardan, o yollara hiç katkısı olmayanlar çaka satarak geçiyor. Senin su boruların asbesli, kansorejen ve üç güne bir patlarken, kilometrelerce döşediğin su borularından, sadece site içine para ödeyenler keyif çatıyor.
Geçmediğin yollara, köprülere, uçmadığın havaalanına ödediğin vergileri geçtim, günlük yaşamını etkileyen her şey değişiyor. Yok oluyor, farkında değilsin.
Neden mi, senin yüzünden.
Hani gün görmüşler derler ya, “insanın kendine ettiğini, düşman etmezmiş” diye, işte durum bu.
Önce SOSYAL DEVLETİN yok olmasına ses çıkarmadın, sonra sınır kapılarından birer birer getirilen neidüğü belirsizlere ve yarın da Devletin ve Milletin olmayacak.
Tıpkı komşu ülkelerinden dün var olup, bugün can çekişenler, yok olmuşlar gibi.
Hani o filmde komutan askere:
SEN UYURSAN HERKES OLUR, SEN UYURSAN SEN DE ÖLÜRSÜN ” diye, işte o günlerdeyiz,
Bu sessiz çığlıkların bilmem farkında mısın.
İbrahim UYSAL