TARİH BİLMEDEN FİLİSTİN VE İSRAİL METHİYELERİ
Son zamanlarda ülkede ve dünyada yaşananlar ile birlikte bir de İktidar kanadının 20 yıldan fazla yaptıklarından sonra, Muhalefet kanadının da saçmalamalarını görünce, ne yazmaya elim vardı ne de iki söz etmeye dilim.
Bir Trabzonlu olarak Ak Parti’ye gönülden bağlı ve Tayyip Bey’in de yakın dostu olan: bizim de gerek kişisel, gerekse de Stratejik Planlama Düşünce Topluluğundan Demokrat kişilikli dostumuz olan, Hasan Osman Çelik’in bir yazıma düştüğü nottan sonra, güncel Filistin – İsrail savaşına ilişkin düşüncelerimi yazmaya karar verdim.
O zaman baştan başlayayım;
Hani, “Yemen bizim neyimize/ Şivan düştü evimize/ Bak yavrular yetim kaldı/ Güvenmeyin Beyinize” diyen bir ağıt/türkü vardır ya, aynen öyle;
O zaman ben de diyeyim: Filistin de İsrail de bizim neyimize!..
Önce, Filistin’in ve İsrail’in öyküleri nedir ve nerede başlar?
O zaman en eskiden başlayayım.
İsrailoğulları’nın 12 kavmi, uzun yıllar yan yana birbirlerinden bağımsız olarak yaşar iken; O dönem, dışarıdan gelen tehditler karşısında Saul’un krallığı altında bu kavimler birleşip, MÖ 1050’de İsrail Krallığı adında tarihte ilk defa bir Yahudi devletini kurmuşlardır.
Davud ve Süleyman Peygamberin de Krallığını yaptığı bu devlet, Süleyman Peygamberin M.Ö. 930’da ölümünden sonra ikiye bölünmüştür.
Bu topraklar ilk başta Mısır Memlük Sultanlığıdaki Suriye vilayetinin bir parçası iken, 1517’de Yavuz Sultan Selim ile Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası oldu.
Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşına İngiltere, Fransa ve Rusya’nın oluşturduğu İtilaf Devletleri ile birlikte girdi.
İngilizler Filistin’i işgal edip, 1917’de Kudüs’ü ele geçirince, İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Lord Rothschild’e bir mektup yazarak Filistin’de Yahudiler için bir devlet kurulmasını destekliyeceğini belirtir.
Bu durum, Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını isteyen Siyonist hareket için bir dönüm noktası olur.
1916’da, İngiltere ve Fransa’nın imzaladığı, Sykes- Picot Antlaşması ile İsrail Devleti’nin Kurulmasına karar vermişlerdi. Bu antlaşma ile de Filistin’in büyük bir kısmı Fransa’nın kontrolüne veriliyordu.
Bu arada Sevr Antlaşması da gözden kaçmasın.
I.Dünya Savaşı’nın sonunda, Milletler Cemiyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun eski topraklarını manda yönetimlerine verirken, Filistin de 1922’de Birleşik Krallığın “Bağımsız Filistin Devleti” sözü üzerine, manda yönetimine girmişti.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan Filistin’in bu durumu, bölgenin tarihinde önemli bir dönüm noktası olur ve Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasına yol açar.
Bu kez Birleşmiş Milletler 1948’de Filistin’i, Yahudiler ve Araplar arasında paylaştıran planı onaylar.
Araplar bu planı red etse de, İsrail Devleti kurulur ve Filistin-İsrail sorunu da böylelikle başlar.
İngilizlerin vaatlerine kanarak Osmanlı’dan ayrılan Filistin topraklarında yaşayanlar, İsrail Devleti’nin kurulmasıyla birlikte ikiye bölünür ve İsrail, Ürdün ve Mısır tarafından kontrol edilmeye başlanır
Filistin halkı, 1516’dan 1917’ye kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. 1917’de, I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin Kudüs’ü ele geçirmesi, Filistin için sonun başlangıcı oldu.
Yıllar sonra Cezayir’de Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Başkanı Yasser Arafat, 15 Kasım 1988’de Filistin Devleti’nin kuruluşunu ilan etse de, 1993 Oslo Anlaşmasının imzalanmasından bir yıl sonra, Batı Şeria ve Gazze bölgelerini yönetmek için Filistin Ulusal Otoritesi kurulur.
Aslında Filistin/ Filistin Devleti Orta Doğu’da ve Batı Asya Akdeniz kıyısındaki tarihi Kenan Bölgesi’nde bulunan ve Batı Şeria (İsrail-Ürdün sınırında) ile Gazze Şeridi’nde (İsrail-Mısır sınırında) belirtilen bölgelerde hüküm süren birer Arap devleti olmuştur.
Devletin başkenti her ne kadar Kudüs görünse de, İsrail’in işgalinden dolayı Ramallah’dan, yani Batı Şeria’dan yönetilmiştir.
Filistin’in kaderi belki de budur. Toprakları 1948’den önce Mısır ve Ürdün tarafından işgal edilirken 1967’de, 6 Gün Savaşı’ndan sonra da İsrail tarafından işgal edilmiştir.
Bölge, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiliz Mandası’ndan alınarak Birleşmiş Milletlere devredilmiş, BM tarafından da Yahudi, Arap ve Uluslararası Kudüs Bölgeleri oluşturulmuştur.
Bu durum Yahudiler tarafından kabul edilirken, bölgedeki Arap devletler tarafından kabul edilmemiştir.
14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla da, Avrupa ve Müslüman ülkelerden çok sayıda Yahudi İsrail’e göç ederken, birçok Arap da İsrail’den göç etmiştir.
Dünya’daki Yahudilerin yüzde 42’si günümüzde İsrail’de yaşamaktadır.
Savaşın ardından 22 Eylül 1948’de, bu kez de Mısır tarafından Gazze’de bir Filistin Hükümeti kurulur ve bu devlet Ürdün hariç diğer Arap Ülkelerince de tanınır.
Hükümet, Filistin’in tamamını yönettiğini iddia etse de, yönetim sadece Gazze’yle sınırlı kalmıştır.
Üstelik 6 Gün Savaşı’ndan sonra da, İsrail Mısır’dan Gazze ve Sina yarımadasını, Ürdün’den Batı Şeria’yı ve Suriye’den de Golan Tepeleri’ni
yönetimi altına almıştır.
Oslo Anlaşması imzasından (1993) bir yıl sonra, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki bölgeleri yönetmek için Filistin Ulusal Otoritesi kurulmuş olsa da, İsrail’in Gazze’den çekilmesinden iki yıl sonra 2007’de Gazze, HAMAS tarafından yönetilmeye başlamıştır.
( Burada düşünülmesi gereken bir şey olur mu?)
Bu günkü Filistin Devleti, BM’nin 138 üyesi tarafından tanınmakta, 2012’den beri de Birleşmiş Milletler’de üye olmayan bir gözlemci devlet statüsünde bulunmaktadır.
Filistin ve İsrail Devletlerinin, bölgelerinin öyküleri bunlardır.
Bu güne gelince, karşımıza “Filistin” figüründen çok “HAMAS” figürü çıkmaktadır.
Bir çok yayın organında Hamas’ın kuruluşu ve finans kaynakları hakkında çeşitli yazılar bulunmaktadır. Yorum sizin olsun.
Hamas’ın, İzzeddin el-Kassam Tugayları adı altında silahlı bir milis gücü bulunmaktadır. Bu silahlı milis gücü de, 7 Ekim sabahı İsrail’e “Aksa Tufanı” adıyla bir saldırı başlatmıştır.
Gazze’den İsrail yönüne binlerce roket atılırken, Filistinli silahlı gruplar da Gazze- İsrail sınırındaki Beyt Hanvun- Erez Sınır Kapısı’na baskın düzenleyerek burayı İsraillilerden ele geçirmişlerdi.
Bu ve benzer Silahlı gruplar daha sonra buradan İsrail içindeki yerleşim yerlerine sızmışlar, İsrail ordusu da onlarca savaş uçağıyla Gazze Şeridi’ne saldırıları başlatmıştı.
Binlerce Arap ve İsrailli sivilin yaşamını yitirdiği, milyonlarca liralık hasarın yaşandığı, binlerce insanın yaşadığı yerden göç etmek zorunda kaldığı bu duruma ilişkin normal bir şey düşünmek mümkün olabilir mi?
Nasıl Feodalizm sanayi devrimi ile birlikte kendini tasfiye etmiş, yerini kapitalizme teslim etmişse,
Kapitalizm de Emperyalist aşamasında yeni bir Dünya düzeni kurmak için insanları ve yaşamları göz kırpmadan feda edecektir.
“Cihatçı”ların sesleri gittikçe kırılacak, çıkmayacak; onca yaşanandan mazlumların “ah”ları sebep ve piyon olanlara gün yüzü göstermeyecektir.
Emperyalizme hizmet eden her türlü savaşa Hayır!..