Sosyal medya hesabımdan bir paylaşımda bulundum bugün. Şöyleydi; “Çoğunluk her zaman haklı olmaz. Unutmayalım ki; toplumlarda hasta olabilir. O halde aklımızı kullanmaya cesaret edelim!”
Sabah yaptığım bu paylaşıma istinaden bir arkadaşım telefon açtı ve “Hocam toplumun kabul ettiği şeyi neden yanlış olabilir, neden toplum hasta olabilir dediniz. Toplumun kabul ettiği gerçekler neden yanlış olsun, tek doğru siz misiniz?” dedi. Kendisine böyle bir sorudan dolayı teşekkür ettim. Ayrıca duyarlı davranıp beni arama nezaketinde bulunduğu için de şükranlarımı ifade ettim. Kendisine şu soruyu sordum; “Azizim, bildiğim kadarıyla 7 yaşında bir kızınız var. Bu kızınızın evlenme çağı gelmiş. Neden evlendirmiyorsunuz? Bak sonra evde kalacak hanımefendi.” Karşımdaki muhatabım bir an sustu. Sonra “Hocam siz iyi misiniz? Hasta falan değilsiniz umarım.” dedi. Hayır gayet iyiydim. Gayet de sağlıklı düşünebilecek durumdaydım. Neden sordum bu soruyu? Aklı başında bir insan bu soruyu sorar mı? Mantık çerçevesinde düşünebilen bir insanın soracağı soru mudur bu? Öyle ya, artık orta yaş seviyelerine gelmiş, toplumda ağır oturaklı dedikleri cinsten bir insanın edeceği laf mıdır bu laf?
Kendisine lisanım döndükçe anlatmaya çalıştım. “Bakınız sevgili kardeşim; toplumun ya da çoğunluğun olağan gördüğü her şey doğrudur diye bir durum söz konusu değildir. Bazen toplumlar da olmadığı şekilde hastalanabilirler, histeriye tutulabilirler. Onlara normal gelen bir şey başkalarına ters ya da anormal gelebilir. Neden bu şekli ile düşünmüyorsunuz? Mesela bize ters gelen ve sizin tepki gösterdiğiniz 7 yaşındaki –kız veya erkek fark etmez- bir çocuğun evlendirilmesi bazı toplumlarda gayet normaldir. Ama insan olarak düşünürseniz, daha kendi yemeğini tek başına yemekten, kendi kişisel ihtiyaçlarını kendisi görmekten aciz bir çocuk nasıl bir başkasına eş olacak? Peki insani olarak düşünüldüğünde bir insanın bir başka insana ya da canlıya eziyet etmesi vahşilik ya da canilik olarak dillendirilirken, bir çocuğun, kadının veya zayıf bir insanın dövülmesine neden ses çıkarmıyoruz? Ne dememiz gerek? Babadır, kocadır, ağabeydir, annedir döver de sever de mi dememiz lazım, yoksa herkes kanun önünde nasıl eşit ise toplumun vicdanında da öylece eşittir deyip yapana engel olmamız mı lazım? Zorla dağa kaldırılan, hiçbir rızası gözetilmeyen kadın ve kızlar hakkında ne düşünürsünüz? Kaçıran haklı, kaçırılan kaderine boyun eğecek mi diyorsunuz? Helali olsun diye kaçırmış aferin adama mı diyeceksiniz çoğunluğun dediği gibi? Kendinden zayıf olana eziyet etmeyi normal karşılayan hangi anlayış hasta değildir? Sorarım size, hangi sağlıklı toplum ya da çoğunluk bir başkasına tahakkümü normal karşılar?” Muhatabım sessizce dinlediği telefonu, “Bir başkası arıyor, kapatmam gerek.” diyerek kapattı. Ama bende oluşan sorular cevapsız kalarak, sorular sarmalı büyüyerek.
Şu hususu asla unutmamalıyız ki; nasıl insan hasta olursa, nasıl alışkanlıklar saplantı olursa, toplumların da hasta oldukları durumlar söz konusudur. Öyle ki; size normal gelen bazı hususların düşünüldüğünde hiç de normal olmadığını, başınıza geldiği zaman ya da yakınlarınızda gördüğünüzde aslında o duruma maruz kalanların ne kadar çok acı çektiklerini görebilirsiniz. O halde şunu net bir biçimde ifade edebiliriz ki; herkesin doğrusu farklıdır! Kimse kimsenin acısını veya sevincini yaşamak zorunda değil, ancak saygı duymak zorunda. Çünkü bu dünya da yalnız yaşaması artık imkânsız olan insan; tek doğruya, tek gerçeğe ya da mutlu ütopyaya varmasının dayanışma ve karşılıklı anlayış ile olacağını bilmek zorunda. Sadece toplumun kabul ettiği değerlere göre değil, bireylerin de doğruyu bulabileceğine, bireysel çabalarında evrensel değerlere katkı sağlayacağını, geleneksel inanışların değişebileceğini kabul etmeliyiz. Dünün doğrularının bugünün yanlışları olabileceğini unutmamalıyız. Yemen’de 6-7 yaşındaki çocukların evlendirilmelerinin, kadınlara ya da zayıf insanlara şiddet uygulanmasının, hayvanlara eziyet edilmesinin hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. Bunlar toplumun hasta taraflarıdır. Kendin için adalet isterken, başkalarına bu hakkı tanımamak, insanları ötekileştirmek, azınlığı yok saymak toplumsal hastalıklardandır. Bunun da tedavisi, toplumun bilinçlendirilmesi, etik değerlerin toplumun her kesiminde hayata geçirilmesi ve bütün bireylere öğretilmesi ile olacaktır.
Bugün pek çok ülkede marjinal kesimler özellikle azınlıklara ve zayıf insanlara karşı adeta bir yok etme politikası uygulamakta, bu durumda toplumun genelinde hoş görülmese de ses çıkarılmadığı için aşırı gruplar eylemlerinde her gün daha da ileriye gitmektedirler. Mesela ırkçı Neo-Nazilerin Almanya Federal Cumhuriyetinde yaptıkları ırkçı saldırılar, Avusturya ya da Macaristan gibi ülkelerde mültecilere ve yabancı işçilere yapılan saldırılar, Çin, Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerde Türk azınlığa karşı yapılan sindirme ve baskılar bunlara küçük birer örnektir. Hükümetlerin karşı olduklarını söylemelerine karşın toplumdan alttan alta destek görmeleri marjinal grupları daha çok cesaretlendirmekte, bu durum toplumda çok daha derin yaralar açılmasına neden olmaktadır. Oysa “Adaletli olacaksan başkalarının hakkını yemeyeceksin. Adaletin sürmesini istiyorsan da başkalarının hakkını korumayı bileceksin!” anlayışını toplumda hâkim kılabilsek, o zaman dünyanın güçlüler kadar zayıflar için de yaşanabilir olduğunu göreceğiz.
Bizim insan olarak evvel emirde yapmamız gereken en temel görev; kişi hak ve özgürlükleri konusunda toplumun birey tabanlı bir şekilde eğitilmesini, kişi hak ve özgürlüklerinin öncelikle karşıdakine saygı duymakla başladığını öğrenmek, özümsemek, ardından anlatmak ve öğretmektir. Bir hak gaspında, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmada veya bir kişiye -erkek, dişi, büyük, küçük fark etmeksizin- taciz veya tecavüzde bulunulduğunda başımızı kuma gömmek, sessiz kalmak değil, toplumsal histeriye kapılmadan olayın basit bir adli vaka olmadığını tüm yönetim ve adli erklere koyacağımız tepkilerle anlatmaktır. Elbette bu anlatım sosyal medyada “idam” istemek şeklinde olmamalı, akıl, mantık ve yasalar çerçevesinde haklı bir istem şeklinde olmalıdır.
Toplumların zamanla geçirdiği evrimler olduğu muhakkaktır. Çünkü değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Değişimler sağlıklı olduğu sürece geçiş dönemleri daima ardından çok daha güzel dönemlere kapı açarlar. Ancak şurası unutulmamalıdır ki; sağlıklı olmayan değişimler ne yazık ki ardında çok büyük yıkımları ve hasta toplumları bırakmaktadır. Bugün dünya toplumu hastadır. Çünkü sanayileşme ve ardından gelen iki büyük savaş ve nihayetinde süregelen paylaşım savaşları dünya toplumunu hasta etmiştir. Toplum değişirken binlerce yılda edindiği yüksek ahlaki edinimlerden vazgeçmiş, insani değerleri bir tarafa itmiştir.
Ülkemizin ve dolayısıyla ulusumuzun bu değişimden pay almaması imkansızdır. O halde yapılacak olan yegâne şey unutulmaya yüz tutmuş Anadolu Türk ahlakını, binlerce yıllık Türk adalet ve kültürünü diriltmek ve yaşatmaktır. Bunun için toplumun bütün oluşumları, kurumları ve bireyleri el birliği ile çalışmak ve toplumumuzun sinesine sirayet etmiş olan hastalıktan kurtulmak zorundadır.