TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN TARİHİNİ ANLAMAK
Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, sorun “bilgi” değil, sorun bilgisizlik de değil. Sorun “bilgiçlik”!..
20’inci yüzyılın sonundan itibaren “Bilgi Çağı” diye bir çağ başladı.
Hatta çalıştığım Bakanlık ve Namık Kemal Zeybek ve dönemin Bakanları bir çok kampanyalar başlattılar ve projeler ürettiler.
Bilgisayar teknolojisi ve yazılımları o kadar ilerledi ki, o dönem Bakanlarımızdan Tınaz Titiz, bütün birimlere masa üstü klavyeli bilgisayarlar bile aldırmışlardı.
İnternetin durumu ise malûm.
Hele cep telefonları ile her şeyin elinizin altında olduğu bugünlere ne söylenebilir ki!..
Sorun hangi bilginin doğru, hangisinin yanlış ya da eksikliğinin bilinmesi ve karar verilmesinde.
Geleneksel Ailelerde terbiye, edep, adap hep aile içinde öğretilir.
Gündelik bilgi ve mesleki bilgiler ise okullarda, daha ayrıntılı bilgiler ise akademi ve üniversitelerde.
İşte sorun da tam burada başlıyor.
Kendilerince kısıtları olan aile ve okullar, öğretmesi gerekenleri, diledikleri ve istedikleri kadar ve şekilde yapıyorlar. Sorun ya da yanlışlık da burada başlıyor ve ayrışıyoruz.
Toplumu ilgilendiren konularda bu durum çok önemli olmaktadır.
Örnek.
Bu Ülkenin kurtarıcısı ve devletin kurucusunun ismini ne şekilde anmak, konuşmak gerekir.
İşte asıl sorun ve bazılarının da iki yüzlülüğü burada başlıyor.
Örnek, ülkeyi kurtaran ve devleti kuran kişiye teşekkür ediyorlar.
Peki kim bu kişi.
Gazi Mustafa Kemal Paşa.
Buraya kadar sorun yok.
Bu kişi başka neler yapmıştır. Devlete ve Cumhuriyete bir kimlik ve kişilik vermiş, kazandırmıştır.
Osmanlının Hilafet yönetimine son vermiş, yeni kurulan Cumhuriyeti, LAİK bir devlet olarak tanımlamıştır. Ardından da çağdaş bir ülke olmak için devrimler.
LAİKLİK ve Devrimleri pek içine sindiremeyenler Mustafa Kemal’i, Gazi Mustafa Kemal ya da Paşa diyerek de sunmaktadırlar.
Onun bütün süreçlerini destekleyenler ise, kendi tanımı ile Mustafa Kemal, daha sonra da soyadı yasasından sonra da ATATÜRK ile birlikte anmaya yani;
Mustafa Kemal ATATÜRK olarak anmaya başlamışlardır.
Ben her iki kesime de bu açık tavırlarından dolayı saygı duyarım.
30 Ağustos (2023) günü Halktv’de Ayşenur ….’ın programında tarihçi bir konuğu vardı.
Tam da bu iki kategorinin dışındakiler gibi utangaç utangaç fikirlerini savunuyordu.
Bu ülkede bayramların yeterince coşkulu kutlanmıyor olmasına gerekçesi ise, bayramların, çok olmasını gerekçe gösterdi.
Bu zavallı “tarihçi”, Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm DİYENE” sözünü bile anlamamış.
Bu Cumhuriyette 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak, Çocuklara Cumhuriyetin değerlerini kavratmak;
19 Mayıs, Gençlere;
30 Ağustos, Askerlere ve yurttaşlara düşman işgalinden kurtuluşun önemi ve sevincini anımsatmak;
29 Ekim ise, Devlet sahibi ve yurttaş olmamın önemini tüm Yurttaşlara bir kez daha kavratmak ve bilinçlendirmek için kutlanır.
Ve hepsi de çok gerekli ve önemlidir.
Başka türlü düşünmek ise, utangaç Atatürk düşmanlarının ve Cumhuriyet karşıtlarının tavrıdır.
İşte burada yanlış ve eksik bilgilendirilenler, ögretilenler ile gizliden gizliye ihanet içinde olanları da iyi ayırt etmek gerekir.
Buna da, Türkiye Cumhuriyeti Tarihini ailelerde ve okullarda doğru dürüst öğretmek ile başlanmalıdır.